Galata’da dogan bir Fransiz: Georges

Georges Hotel Galata

Aleks (Alexandrel Varlık anne tarafından Fransız, baba tarafından Türk. Babası Utku Varlık; Fikret Mualla, Abidin Dino ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan. Bir sanat galerisinde tanıştığı Fransız kadınla aşk evliliği yapmış. Bu evlilikten doğan Aleks Varlık, Fransa’da doğup büyüdüğü için tam bir Fransız olmuş. Kendini iki kültüre de yakın hissettiğini söyleyen Aleks Varlık Fransa’da hukuk okumuş. Türkçe’yi sökememiş ama kan çekmiş; Türkiye’ye yerleşme kararı almış. Girişimci ruhu sayesinde önce İstanbul’da House Apart konseptini yaratmış, sonra da Georges Hotel Galata’yı. Şimdilerde herkesin gözdesi olan Georges Hotel Galata’nın bir de Le Fumoir adlı restoran ve şampanya barı var. Fransa’yı aratmayan Le Fumoir’da has Fransız yemekleri yeniyor, Fransız içkileriyle keyif yapılıyor. Dememiz o ki; Fransa havası almak için artık Paris’e gitmenize gerek kalmadı!

Sizin hikayeniz babanız Utku Variık’ın Fransa-Paris’e gitmesiyle başlıyor değil mi?
Evet. Babam Utku Varlık, Fikret Mualla, Abidin Dirıo ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan.

Annenizle babanız nasıl tanışmış?
Babam 70’li yıllarda Paris’te, Güzel Sanatlar Ulusal Yüksekokulu’nda okuyormuş. Annem de Paris’teki sanat kurumu Çite Des Arts’da çalışıyormuş. İkisi de sanat insanı. Bir galeride tanışmışlar. Birbirlerine aşık olmuş ve evlenmeye karar vermişler. Aşklannın meyvesi olarak da ben dünyaya gelmişim.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Daha çok Türk mü, Fransız mı hissediyorsunuz kendinizi?
Annem ve babam sayesinde sanat ortamında büyüdüm. Kanımda sanat var. Hayatım Fransa-Paris’te geçti. Orada okudum, yaşadım. Ama hep Türk olduğumu hissettim. Her iki kültürle de yoğruldum. Ana dilim Fransızca. Türkçe’yi burada yaşamaya karar verene kadar pek iyi konuşamadım. Şimdi konuşsam bile Fransızca kendimi daha iyi ifade ediyorum. Zaten sanatın içinde büyümüştüm. Annem ve babamdan farklı olmak istedim, avukat olmaya karar verdim. Fransa’nın en prestijli hukuk fakültesi olan Paris Üniversitesi Pantheon-Assas’ta okudum.

İyi bir mesleğiniz varken, düzeninizi Fransa’da kurmuşken neden Türkiye’ye gelmek istediniz?
Türkiye de vatanımdı ve burada da yaşamak istedim. Tek problem çok iyi Türkçe konuşamamam olacaktı. Hayatımı 2006’da yani 29 yaşındayken değiştirmek istedim. Dilini bilmediğim bir ülkede maceraya attım kendimi. 8 ay Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nda çalıştım. Anladım ki hayatı değiştirirken ülke değiştirmek yetmiyor.

Sizi Türkiye zorladı mı yoksa?
Eh biraz. Hayatımı değiştirmek de zorluydu. Bir iki sene kendimi bayağı yalnız hissettim. Arkadaşım yoktu, Türkçe konuşamıyordum. Ticaret hayatında da Fransız kültürüyle yetişmiş olmam biraz zorladı. Ama sonuçta alışmalıydım, öyle istiyordum, istanbul’da yaşayarak, bambaşka işler yaparak olgunlaştım

Ne gibi işler?
Maçka’daki Butik Emlak’la ortak oldum. Emlakçilik yaparken sokaklarda Türkçe konuşmayı öğrendim. 2007’de House Cafe’nin sahipleriyle tanıştım. House Cafe’nin yanı sıra başka bir konsept daha geliştirmek istedik. İstanbul içerisinde, insanların kendilerini evlerinde gibi hissedebilecekleri konforlu bir apart otel yapmak istedik.

Siz sadece fikri mi verdiniz?
Hayır. The House Cafe zincirinden apart otel ve otel konseptini, House Cafe’nin sahiplerinden Ferit Baltacıoğlu’yla geliştirdik. O zamanlar gelen müşterilere dairelerin anahtarlannı ben teslim ediyordum, otelde sabah kahvaltılan House Cafe’de veriliyordu. Daireleri temizletiyordum. 6 daireden 30 daireye kadar işi büyüttük. İrlandalı bir yatınm şirketi apart otelin yüzde 50’sini satın almak istedi, anlaştık. Böylelikle biz de House Hotel Galatasaray, Nişantaşı ve Ortaköy u açtık.

Ne oldu da siz işten sıyrıldınız?
Geçen sene House Otel’in yöneticiliğinden aynldım. Ama hala kutucu ortağıyım. Farklılık istedim ve bambaşka bir konsept yaratmak istedim. Yine bir ortağım var. Kerim Kamhi. Aynı zamanda Kerim benim çok çok yakın arkadaşım. Konsept ne House Otel’e ne de istanbul’daki diğer konseptlere uysun istedik. Onu da Georges Hotel’de uyguladık.

Konseptinizin farkı nedir?
Georges Hotel İstanbul 21 odadan oluşan butik, lüks bir otel. Odalar tamamen günümüze uygun tasarlandı, lphone, ipad girişi var. Odada şampuandan vücut kremine sabuna kadar her şey Fransız kozmetik markası L’Occitane. Kahve makinasıyla ücretsiz kendi kahvenizi yapabilirsiniz, su da diğer otellerin aksine bedava. Odalann Boğaz ve Tarihi Yanmada’yi gören teraslan var. Aşağı katta Fransız tatlarının sunulduğu ‘Le Fumoir’ adlı bir restoran ve bara sahip. Otelin dış cephesinde tabelamız yok. Biraz saklı, gizli, mahrem ve özgün bir köşe burası. Herkesin göz önünde olabileceği bir otel ve restoran değil. Bu nedenle birçok Türk ve yabancı şöhretin de uğrak yeri oldu bile.

Otelin gecesi kadar? 170-180 euro arasında.

‘Le Fumoir’ı nasıl tasarladınız?
Ben Fransa-Paris’te büyüdüm. Oranın yemek kültürünü Georges’a getirmek istedim. ‘Le Fumoir’ Fransa’nın yerel tatlannın sunulduğu tipik bir Paris restoranı, iyi şaraplar, şampanyalar masaya getiriliyor. Çok makul fiyatlara kaliteli içkiler içebilirsiniz, içki mönüsünü sommelier (şarap uzmanı) olan bir arkadaşım oluşturdu. Bannda oturabilir, sohbet edebilirsiniz, iş çıkışı bara uğradığınızda hafif müzik eşliğinde arkadaşlannızla sohbet edebilirsiniz. Hiçbir zaman müzik rahatsızlık vermez, birbirinizi duymamanıza neden olmaz.

Restoranda ne gibi tatlar bulabiliriz?
Kesinlikle Fransa’nın yerel tatlarına yönelmek istedik. Hem yemekle hem de ağırlamada Fransız olduk. Sabahlan croissant ve brioche gibi birçok Fransız fırın ürünü eşliğinde kahvaltımız var. Çocukluğumda yediğim Coq au vin 4 saat şarap ve konyakla marine edilmiş organik köy tavuğu budundan yapılıyor. Tipik Fransız yemeği, muhteşem! Blanquette de veau (krema soslu dana eti), kırmızı şarap ve ağır ateşte pişirilmiş boeuf Bourguignon, soğan çorbası, antrikot, kaz ciğeri gibi tamamen Fransız tatlan. Tatlılarda da tamamen Fransızız.

Neden Georges ismini seçtiniz?
Özel bir nedeni yok. Dayımın ismi Georges. Bana göre çok sempatik bir isim. Bundan sonra konseptimin ismi olarak hep Georges’u kullanacağım.

Size konsept yaratıcısı diyebiliriz o zaman?
Denilebilir. Yeniyi yaratmayı, tasarlamayı seviyorum. Ama kendime yeni konseptler sunan ‘girişimci’ kelimesini daha çok yakıştınyorum. Georges, sahibi Franco-Türk olan (yani ben) bir Fransız ürünü. Yakında Georges İstiklal ve Sultanahmet’teki binalara da uyarlanacak. Aynca Georges ürünleri dünyanın birçok ünlü şehrine ithal edilecek, ilk olarak Brezilya Georges markasıyla tanışacak.

Kendinizi artık daha Türk mü hissediyorsunuz?
Hayır. Hala Franco-Türk yani hem Fransız hem de Türklüğü bir arada hissediyorum, istanbul ve Paris’i ayırt edemiyorum. İkisi de bence dünyanın en güzel şehirleri. Kültür olarak ikisini bir arada sevmek, duygusallığın mantıklı hale gelmesi gibi… Benim kişiliğim de öyle. Burcum Yengeç, çok duygusalım, yükselenim ise Aslan mantıklı tarafım oradan geliyor.

İstanbul’da gece hayatınız var mı? Kızlar peşinizi bırakmıyordur diye düşünüyorum…
istanbul’a ilk geldiğimde sık sık dışarı çıkıyordum. Şimdi 2 aydır otelde yatıp kalkıyorum. O kadar çok işim var ki kafamı kaldıramıyorum. Restoranın kasası kapanana kadar misafirlerle ilgileniyorum. Kızlara da haliyle vaktim olmuyor. Hala bekarım. Ailem de. evim de, gece hayatım da Georges!

Aleks (Alexandrel Varlık anne tarafından Fransız, baba tarafından Türk. Babası Utku Varlık; Fikret Mualla, Abidin Dino ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan. Bir sanat galerisinde tanıştığı Fransız kadınla aşk evliliği yapmış. Bu evlilikten doğan Aleks Varlık, Fransa’da doğup büyüdüğü için tam bir Fransız olmuş. Kendini iki kültüre de yakın hissettiğini söyleyen Aleks Varlık Fransa’da hukuk okumuş. Türkçe’yi sökememiş ama kan çekmiş; Türkiye’ye yerleşme kararı almış. Girişimci ruhu sayesinde önce İstanbul’da House Apart konseptini yaratmış, sonra da Georges Hotel Galata’yı. Şimdilerde herkesin gözdesi olan Georges Hotel Galata’nın bir de Le Fumoir adlı restoran ve şampanya barı var. Fransa’yı aratmayan Le Fumoir’da has Fransız yemekleri yeniyor, Fransız içkileriyle keyif yapılıyor. Dememiz o ki; Fransa havası almak için artık Paris’e gitmenize gerek kalmadı!

Sizin hikayeniz babanız Utku Variık’ın Fransa-Paris’e gitmesiyle başlıyor değil mi?
Evet. Babam Utku Varlık, Fikret Mualla, Abidin Dirıo ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan.

Annenizle babanız nasıl tanışmış?
Babam 70’li yıllarda Paris’te, Güzel Sanatlar Ulusal Yüksekokulu’nda okuyormuş. Annem de Paris’teki sanat kurumu Çite Des Arts’da çalışıyormuş. İkisi de sanat insanı. Bir galeride tanışmışlar. Birbirlerine aşık olmuş ve evlenmeye karar vermişler. Aşklannın meyvesi olarak da ben dünyaya gelmişim.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Daha çok Türk mü, Fransız mı hissediyorsunuz kendinizi?
Annem ve babam sayesinde sanat ortamında büyüdüm. Kanımda sanat var. Hayatım Fransa-Paris’te geçti. Orada okudum, yaşadım. Ama hep Türk olduğumu hissettim. Her iki kültürle de yoğruldum. Ana dilim Fransızca. Türkçe’yi burada yaşamaya karar verene kadar pek iyi konuşamadım. Şimdi konuşsam bile Fransızca kendimi daha iyi ifade ediyorum. Zaten sanatın içinde büyümüştüm. Annem ve babamdan farklı olmak istedim, avukat olmaya karar verdim. Fransa’nın en prestijli hukuk fakültesi olan Paris Üniversitesi Pantheon-Assas’ta okudum.

İyi bir mesleğiniz varken, düzeninizi Fransa’da kurmuşken neden Türkiye’ye gelmek istediniz?
Türkiye de vatanımdı ve burada da yaşamak istedim. Tek problem çok iyi Türkçe konuşamamam olacaktı. Hayatımı 2006’da yani 29 yaşındayken değiştirmek istedim. Dilini bilmediğim bir ülkede maceraya attım kendimi. 8 ay Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nda çalıştım. Anladım ki hayatı değiştirirken ülke değiştirmek yetmiyor.

Sizi Türkiye zorladı mı yoksa?
Eh biraz. Hayatımı değiştirmek de zorluydu. Bir iki sene kendimi bayağı yalnız hissettim. Arkadaşım yoktu, Türkçe konuşamıyordum. Ticaret hayatında da Fransız kültürüyle yetişmiş olmam biraz zorladı. Ama sonuçta alışmalıydım, öyle istiyordum, istanbul’da yaşayarak, bambaşka işler yaparak olgunlaştım

Ne gibi işler?
Maçka’daki Butik Emlak’la ortak oldum. Emlakçilik yaparken sokaklarda Türkçe konuşmayı öğrendim. 2007’de House Cafe’nin sahipleriyle tanıştım. House Cafe’nin yanı sıra başka bir konsept daha geliştirmek istedik. İstanbul içerisinde, insanların kendilerini evlerinde gibi hissedebilecekleri konforlu bir apart otel yapmak istedik.

Siz sadece fikri mi verdiniz?
Hayır. The House Cafe zincirinden apart otel ve otel konseptini, House Cafe’nin sahiplerinden Ferit Baltacıoğlu’yla geliştirdik. O zamanlar gelen müşterilere dairelerin anahtarlannı ben teslim ediyordum, otelde sabah kahvaltılan House Cafe’de veriliyordu. Daireleri temizletiyordum. 6 daireden 30 daireye kadar işi büyüttük. İrlandalı bir yatınm şirketi apart otelin yüzde 50’sini satın almak istedi, anlaştık. Böylelikle biz de House Hotel Galatasaray, Nişantaşı ve Ortaköy u açtık.

Ne oldu da siz işten sıyrıldınız?
Geçen sene House Otel’in yöneticiliğinden aynldım. Ama hala kutucu ortağıyım. Farklılık istedim ve bambaşka bir konsept yaratmak istedim. Yine bir ortağım var. Kerim Kamhi. Aynı zamanda Kerim benim çok çok yakın arkadaşım. Konsept ne House Otel’e ne de istanbul’daki diğer konseptlere uysun istedik. Onu da Georges Hotel’de uyguladık.

Konseptinizin farkı nedir?
Georges Hotel İstanbul 21 odadan oluşan butik, lüks bir otel. Odalar tamamen günümüze uygun tasarlandı, lphone, ipad girişi var. Odada şampuandan vücut kremine sabuna kadar her şey Fransız kozmetik markası L’Occitane. Kahve makinasıyla ücretsiz kendi kahvenizi yapabilirsiniz, su da diğer otellerin aksine bedava. Odalann Boğaz ve Tarihi Yanmada’yi gören teraslan var. Aşağı katta Fransız tatlarının sunulduğu ‘Le Fumoir’ adlı bir restoran ve bara sahip. Otelin dış cephesinde tabelamız yok. Biraz saklı, gizli, mahrem ve özgün bir köşe burası. Herkesin göz önünde olabileceği bir otel ve restoran değil. Bu nedenle birçok Türk ve yabancı şöhretin de uğrak yeri oldu bile.

Otelin gecesi kadar? 170-180 euro arasında.

‘Le Fumoir’ı nasıl tasarladınız?
Ben Fransa-Paris’te büyüdüm. Oranın yemek kültürünü Georges’a getirmek istedim. ‘Le Fumoir’ Fransa’nın yerel tatlannın sunulduğu tipik bir Paris restoranı, iyi şaraplar, şampanyalar masaya getiriliyor. Çok makul fiyatlara kaliteli içkiler içebilirsiniz, içki mönüsünü sommelier (şarap uzmanı) olan bir arkadaşım oluşturdu. Bannda oturabilir, sohbet edebilirsiniz, iş çıkışı bara uğradığınızda hafif müzik eşliğinde arkadaşlannızla sohbet edebilirsiniz. Hiçbir zaman müzik rahatsızlık vermez, birbirinizi duymamanıza neden olmaz.

Restoranda ne gibi tatlar bulabiliriz?
Kesinlikle Fransa’nın yerel tatlarına yönelmek istedik. Hem yemekle hem de ağırlamada Fransız olduk. Sabahlan croissant ve brioche gibi birçok Fransız fırın ürünü eşliğinde kahvaltımız var. Çocukluğumda yediğim Coq au vin 4 saat şarap ve konyakla marine edilmiş organik köy tavuğu budundan yapılıyor. Tipik Fransız yemeği, muhteşem! Blanquette de veau (krema soslu dana eti), kırmızı şarap ve ağır ateşte pişirilmiş boeuf Bourguignon, soğan çorbası, antrikot, kaz ciğeri gibi tamamen Fransız tatlan. Tatlılarda da tamamen Fransızız.

Neden Georges ismini seçtiniz?
Özel bir nedeni yok. Dayımın ismi Georges. Bana göre çok sempatik bir isim. Bundan sonra konseptimin ismi olarak hep Georges’u kullanacağım.

Size konsept yaratıcısı diyebiliriz o zaman?
Denilebilir. Yeniyi yaratmayı, tasarlamayı seviyorum. Ama kendime yeni konseptler sunan ‘girişimci’ kelimesini daha çok yakıştınyorum. Georges, sahibi Franco-Türk olan (yani ben) bir Fransız ürünü. Yakında Georges İstiklal ve Sultanahmet’teki binalara da uyarlanacak. Aynca Georges ürünleri dünyanın birçok ünlü şehrine ithal edilecek, ilk olarak Brezilya Georges markasıyla tanışacak.

Kendinizi artık daha Türk mü hissediyorsunuz?
Hayır. Hala Franco-Türk yani hem Fransız hem de Türklüğü bir arada hissediyorum, istanbul ve Paris’i ayırt edemiyorum. İkisi de bence dünyanın en güzel şehirleri. Kültür olarak ikisini bir arada sevmek, duygusallığın mantıklı hale gelmesi gibi… Benim kişiliğim de öyle. Burcum Yengeç, çok duygusalım, yükselenim ise Aslan mantıklı tarafım oradan geliyor.

İstanbul’da gece hayatınız var mı? Kızlar peşinizi bırakmıyordur diye düşünüyorum…
istanbul’a ilk geldiğimde sık sık dışarı çıkıyordum. Şimdi 2 aydır otelde yatıp kalkıyorum. O kadar çok işim var ki kafamı kaldıramıyorum. Restoranın kasası kapanana kadar misafirlerle ilgileniyorum. Kızlara da haliyle vaktim olmuyor. Hala bekarım. Ailem de. evim de, gece hayatım da Georges!

Aleks (Alexandrel Varlık anne tarafından Fransız, baba tarafından Türk. Babası Utku Varlık; Fikret Mualla, Abidin Dino ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan. Bir sanat galerisinde tanıştığı Fransız kadınla aşk evliliği yapmış. Bu evlilikten doğan Aleks Varlık, Fransa’da doğup büyüdüğü için tam bir Fransız olmuş. Kendini iki kültüre de yakın hissettiğini söyleyen Aleks Varlık Fransa’da hukuk okumuş. Türkçe’yi sökememiş ama kan çekmiş; Türkiye’ye yerleşme kararı almış. Girişimci ruhu sayesinde önce İstanbul’da House Apart konseptini yaratmış, sonra da Georges Hotel Galata’yı. Şimdilerde herkesin gözdesi olan Georges Hotel Galata’nın bir de Le Fumoir adlı restoran ve şampanya barı var. Fransa’yı aratmayan Le Fumoir’da has Fransız yemekleri yeniyor, Fransız içkileriyle keyif yapılıyor. Dememiz o ki; Fransa havası almak için artık Paris’e gitmenize gerek kalmadı!

Sizin hikayeniz babanız Utku Variık’ın Fransa-Paris’e gitmesiyle başlıyor değil mi?
Evet. Babam Utku Varlık, Fikret Mualla, Abidin Dirıo ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan.

Annenizle babanız nasıl tanışmış?
Babam 70’li yıllarda Paris’te, Güzel Sanatlar Ulusal Yüksekokulu’nda okuyormuş. Annem de Paris’teki sanat kurumu Çite Des Arts’da çalışıyormuş. İkisi de sanat insanı. Bir galeride tanışmışlar. Birbirlerine aşık olmuş ve evlenmeye karar vermişler. Aşklannın meyvesi olarak da ben dünyaya gelmişim.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Daha çok Türk mü, Fransız mı hissediyorsunuz kendinizi?
Annem ve babam sayesinde sanat ortamında büyüdüm. Kanımda sanat var. Hayatım Fransa-Paris’te geçti. Orada okudum, yaşadım. Ama hep Türk olduğumu hissettim. Her iki kültürle de yoğruldum. Ana dilim Fransızca. Türkçe’yi burada yaşamaya karar verene kadar pek iyi konuşamadım. Şimdi konuşsam bile Fransızca kendimi daha iyi ifade ediyorum. Zaten sanatın içinde büyümüştüm. Annem ve babamdan farklı olmak istedim, avukat olmaya karar verdim. Fransa’nın en prestijli hukuk fakültesi olan Paris Üniversitesi Pantheon-Assas’ta okudum.

İyi bir mesleğiniz varken, düzeninizi Fransa’da kurmuşken neden Türkiye’ye gelmek istediniz?
Türkiye de vatanımdı ve burada da yaşamak istedim. Tek problem çok iyi Türkçe konuşamamam olacaktı. Hayatımı 2006’da yani 29 yaşındayken değiştirmek istedim. Dilini bilmediğim bir ülkede maceraya attım kendimi. 8 ay Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nda çalıştım. Anladım ki hayatı değiştirirken ülke değiştirmek yetmiyor.

Sizi Türkiye zorladı mı yoksa?
Eh biraz. Hayatımı değiştirmek de zorluydu. Bir iki sene kendimi bayağı yalnız hissettim. Arkadaşım yoktu, Türkçe konuşamıyordum. Ticaret hayatında da Fransız kültürüyle yetişmiş olmam biraz zorladı. Ama sonuçta alışmalıydım, öyle istiyordum, istanbul’da yaşayarak, bambaşka işler yaparak olgunlaştım

Ne gibi işler?
Maçka’daki Butik Emlak’la ortak oldum. Emlakçilik yaparken sokaklarda Türkçe konuşmayı öğrendim. 2007’de House Cafe’nin sahipleriyle tanıştım. House Cafe’nin yanı sıra başka bir konsept daha geliştirmek istedik. İstanbul içerisinde, insanların kendilerini evlerinde gibi hissedebilecekleri konforlu bir apart otel yapmak istedik.

Siz sadece fikri mi verdiniz?
Hayır. The House Cafe zincirinden apart otel ve otel konseptini, House Cafe’nin sahiplerinden Ferit Baltacıoğlu’yla geliştirdik. O zamanlar gelen müşterilere dairelerin anahtarlannı ben teslim ediyordum, otelde sabah kahvaltılan House Cafe’de veriliyordu. Daireleri temizletiyordum. 6 daireden 30 daireye kadar işi büyüttük. İrlandalı bir yatınm şirketi apart otelin yüzde 50’sini satın almak istedi, anlaştık. Böylelikle biz de House Hotel Galatasaray, Nişantaşı ve Ortaköy u açtık.

Ne oldu da siz işten sıyrıldınız?
Geçen sene House Otel’in yöneticiliğinden aynldım. Ama hala kutucu ortağıyım. Farklılık istedim ve bambaşka bir konsept yaratmak istedim. Yine bir ortağım var. Kerim Kamhi. Aynı zamanda Kerim benim çok çok yakın arkadaşım. Konsept ne House Otel’e ne de istanbul’daki diğer konseptlere uysun istedik. Onu da Georges Hotel’de uyguladık.

Konseptinizin farkı nedir?
Georges Hotel İstanbul 21 odadan oluşan butik, lüks bir otel. Odalar tamamen günümüze uygun tasarlandı, lphone, ipad girişi var. Odada şampuandan vücut kremine sabuna kadar her şey Fransız kozmetik markası L’Occitane. Kahve makinasıyla ücretsiz kendi kahvenizi yapabilirsiniz, su da diğer otellerin aksine bedava. Odalann Boğaz ve Tarihi Yanmada’yi gören teraslan var. Aşağı katta Fransız tatlarının sunulduğu ‘Le Fumoir’ adlı bir restoran ve bara sahip. Otelin dış cephesinde tabelamız yok. Biraz saklı, gizli, mahrem ve özgün bir köşe burası. Herkesin göz önünde olabileceği bir otel ve restoran değil. Bu nedenle birçok Türk ve yabancı şöhretin de uğrak yeri oldu bile.

Otelin gecesi kadar? 170-180 euro arasında.

‘Le Fumoir’ı nasıl tasarladınız?
Ben Fransa-Paris’te büyüdüm. Oranın yemek kültürünü Georges’a getirmek istedim. ‘Le Fumoir’ Fransa’nın yerel tatlannın sunulduğu tipik bir Paris restoranı, iyi şaraplar, şampanyalar masaya getiriliyor. Çok makul fiyatlara kaliteli içkiler içebilirsiniz, içki mönüsünü sommelier (şarap uzmanı) olan bir arkadaşım oluşturdu. Bannda oturabilir, sohbet edebilirsiniz, iş çıkışı bara uğradığınızda hafif müzik eşliğinde arkadaşlannızla sohbet edebilirsiniz. Hiçbir zaman müzik rahatsızlık vermez, birbirinizi duymamanıza neden olmaz.

Restoranda ne gibi tatlar bulabiliriz?
Kesinlikle Fransa’nın yerel tatlarına yönelmek istedik. Hem yemekle hem de ağırlamada Fransız olduk. Sabahlan croissant ve brioche gibi birçok Fransız fırın ürünü eşliğinde kahvaltımız var. Çocukluğumda yediğim Coq au vin 4 saat şarap ve konyakla marine edilmiş organik köy tavuğu budundan yapılıyor. Tipik Fransız yemeği, muhteşem! Blanquette de veau (krema soslu dana eti), kırmızı şarap ve ağır ateşte pişirilmiş boeuf Bourguignon, soğan çorbası, antrikot, kaz ciğeri gibi tamamen Fransız tatlan. Tatlılarda da tamamen Fransızız.

Neden Georges ismini seçtiniz?
Özel bir nedeni yok. Dayımın ismi Georges. Bana göre çok sempatik bir isim. Bundan sonra konseptimin ismi olarak hep Georges’u kullanacağım.

Size konsept yaratıcısı diyebiliriz o zaman?
Denilebilir. Yeniyi yaratmayı, tasarlamayı seviyorum. Ama kendime yeni konseptler sunan ‘girişimci’ kelimesini daha çok yakıştınyorum. Georges, sahibi Franco-Türk olan (yani ben) bir Fransız ürünü. Yakında Georges İstiklal ve Sultanahmet’teki binalara da uyarlanacak. Aynca Georges ürünleri dünyanın birçok ünlü şehrine ithal edilecek, ilk olarak Brezilya Georges markasıyla tanışacak.

Kendinizi artık daha Türk mü hissediyorsunuz?
Hayır. Hala Franco-Türk yani hem Fransız hem de Türklüğü bir arada hissediyorum, istanbul ve Paris’i ayırt edemiyorum. İkisi de bence dünyanın en güzel şehirleri. Kültür olarak ikisini bir arada sevmek, duygusallığın mantıklı hale gelmesi gibi… Benim kişiliğim de öyle. Burcum Yengeç, çok duygusalım, yükselenim ise Aslan mantıklı tarafım oradan geliyor.

İstanbul’da gece hayatınız var mı? Kızlar peşinizi bırakmıyordur diye düşünüyorum…
istanbul’a ilk geldiğimde sık sık dışarı çıkıyordum. Şimdi 2 aydır otelde yatıp kalkıyorum. O kadar çok işim var ki kafamı kaldıramıyorum. Restoranın kasası kapanana kadar misafirlerle ilgileniyorum. Kızlara da haliyle vaktim olmuyor. Hala bekarım. Ailem de. evim de, gece hayatım da Georges!

Aleks (Alexandrel Varlık anne tarafından Fransız, baba tarafından Türk. Babası Utku Varlık; Fikret Mualla, Abidin Dino ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan. Bir sanat galerisinde tanıştığı Fransız kadınla aşk evliliği yapmış. Bu evlilikten doğan Aleks Varlık, Fransa’da doğup büyüdüğü için tam bir Fransız olmuş. Kendini iki kültüre de yakın hissettiğini söyleyen Aleks Varlık Fransa’da hukuk okumuş. Türkçe’yi sökememiş ama kan çekmiş; Türkiye’ye yerleşme kararı almış. Girişimci ruhu sayesinde önce İstanbul’da House Apart konseptini yaratmış, sonra da Georges Hotel Galata’yı. Şimdilerde herkesin gözdesi olan Georges Hotel Galata’nın bir de Le Fumoir adlı restoran ve şampanya barı var. Fransa’yı aratmayan Le Fumoir’da has Fransız yemekleri yeniyor, Fransız içkileriyle keyif yapılıyor. Dememiz o ki; Fransa havası almak için artık Paris’e gitmenize gerek kalmadı!

Sizin hikayeniz babanız Utku Variık’ın Fransa-Paris’e gitmesiyle başlıyor değil mi?
Evet. Babam Utku Varlık, Fikret Mualla, Abidin Dirıo ve Kornet gibi ünlü sanatçılardan sonra Fransa’ya giden ikinci kuşak ressamlardan.

Annenizle babanız nasıl tanışmış?
Babam 70’li yıllarda Paris’te, Güzel Sanatlar Ulusal Yüksekokulu’nda okuyormuş. Annem de Paris’teki sanat kurumu Çite Des Arts’da çalışıyormuş. İkisi de sanat insanı. Bir galeride tanışmışlar. Birbirlerine aşık olmuş ve evlenmeye karar vermişler. Aşklannın meyvesi olarak da ben dünyaya gelmişim.

Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Daha çok Türk mü, Fransız mı hissediyorsunuz kendinizi?
Annem ve babam sayesinde sanat ortamında büyüdüm. Kanımda sanat var. Hayatım Fransa-Paris’te geçti. Orada okudum, yaşadım. Ama hep Türk olduğumu hissettim. Her iki kültürle de yoğruldum. Ana dilim Fransızca. Türkçe’yi burada yaşamaya karar verene kadar pek iyi konuşamadım. Şimdi konuşsam bile Fransızca kendimi daha iyi ifade ediyorum. Zaten sanatın içinde büyümüştüm. Annem ve babamdan farklı olmak istedim, avukat olmaya karar verdim. Fransa’nın en prestijli hukuk fakültesi olan Paris Üniversitesi Pantheon-Assas’ta okudum.

İyi bir mesleğiniz varken, düzeninizi Fransa’da kurmuşken neden Türkiye’ye gelmek istediniz?
Türkiye de vatanımdı ve burada da yaşamak istedim. Tek problem çok iyi Türkçe konuşamamam olacaktı. Hayatımı 2006’da yani 29 yaşındayken değiştirmek istedim. Dilini bilmediğim bir ülkede maceraya attım kendimi. 8 ay Cerrahoğlu Hukuk Bürosu’nda çalıştım. Anladım ki hayatı değiştirirken ülke değiştirmek yetmiyor.

Sizi Türkiye zorladı mı yoksa?
Eh biraz. Hayatımı değiştirmek de zorluydu. Bir iki sene kendimi bayağı yalnız hissettim. Arkadaşım yoktu, Türkçe konuşamıyordum. Ticaret hayatında da Fransız kültürüyle yetişmiş olmam biraz zorladı. Ama sonuçta alışmalıydım, öyle istiyordum, istanbul’da yaşayarak, bambaşka işler yaparak olgunlaştım

Ne gibi işler?
Maçka’daki Butik Emlak’la ortak oldum. Emlakçilik yaparken sokaklarda Türkçe konuşmayı öğrendim. 2007’de House Cafe’nin sahipleriyle tanıştım. House Cafe’nin yanı sıra başka bir konsept daha geliştirmek istedik. İstanbul içerisinde, insanların kendilerini evlerinde gibi hissedebilecekleri konforlu bir apart otel yapmak istedik.

Siz sadece fikri mi verdiniz?
Hayır. The House Cafe zincirinden apart otel ve otel konseptini, House Cafe’nin sahiplerinden Ferit Baltacıoğlu’yla geliştirdik. O zamanlar gelen müşterilere dairelerin anahtarlannı ben teslim ediyordum, otelde sabah kahvaltılan House Cafe’de veriliyordu. Daireleri temizletiyordum. 6 daireden 30 daireye kadar işi büyüttük. İrlandalı bir yatınm şirketi apart otelin yüzde 50’sini satın almak istedi, anlaştık. Böylelikle biz de House Hotel Galatasaray, Nişantaşı ve Ortaköy u açtık.

Ne oldu da siz işten sıyrıldınız?
Geçen sene House Otel’in yöneticiliğinden aynldım. Ama hala kutucu ortağıyım. Farklılık istedim ve bambaşka bir konsept yaratmak istedim. Yine bir ortağım var. Kerim Kamhi. Aynı zamanda Kerim benim çok çok yakın arkadaşım. Konsept ne House Otel’e ne de istanbul’daki diğer konseptlere uysun istedik. Onu da Georges Hotel’de uyguladık.

Konseptinizin farkı nedir?
Georges Hotel İstanbul 21 odadan oluşan butik, lüks bir otel. Odalar tamamen günümüze uygun tasarlandı, lphone, ipad girişi var. Odada şampuandan vücut kremine sabuna kadar her şey Fransız kozmetik markası L’Occitane. Kahve makinasıyla ücretsiz kendi kahvenizi yapabilirsiniz, su da diğer otellerin aksine bedava. Odalann Boğaz ve Tarihi Yanmada’yi gören teraslan var. Aşağı katta Fransız tatlarının sunulduğu ‘Le Fumoir’ adlı bir restoran ve bara sahip. Otelin dış cephesinde tabelamız yok. Biraz saklı, gizli, mahrem ve özgün bir köşe burası. Herkesin göz önünde olabileceği bir otel ve restoran değil. Bu nedenle birçok Türk ve yabancı şöhretin de uğrak yeri oldu bile.

Otelin gecesi kadar? 170-180 euro arasında.

‘Le Fumoir’ı nasıl tasarladınız?
Ben Fransa-Paris’te büyüdüm. Oranın yemek kültürünü Georges’a getirmek istedim. ‘Le Fumoir’ Fransa’nın yerel tatlannın sunulduğu tipik bir Paris restoranı, iyi şaraplar, şampanyalar masaya getiriliyor. Çok makul fiyatlara kaliteli içkiler içebilirsiniz, içki mönüsünü sommelier (şarap uzmanı) olan bir arkadaşım oluşturdu. Bannda oturabilir, sohbet edebilirsiniz, iş çıkışı bara uğradığınızda hafif müzik eşliğinde arkadaşlannızla sohbet edebilirsiniz. Hiçbir zaman müzik rahatsızlık vermez, birbirinizi duymamanıza neden olmaz.

Restoranda ne gibi tatlar bulabiliriz?
Kesinlikle Fransa’nın yerel tatlarına yönelmek istedik. Hem yemekle hem de ağırlamada Fransız olduk. Sabahlan croissant ve brioche gibi birçok Fransız fırın ürünü eşliğinde kahvaltımız var. Çocukluğumda yediğim Coq au vin 4 saat şarap ve konyakla marine edilmiş organik köy tavuğu budundan yapılıyor. Tipik Fransız yemeği, muhteşem! Blanquette de veau (krema soslu dana eti), kırmızı şarap ve ağır ateşte pişirilmiş boeuf Bourguignon, soğan çorbası, antrikot, kaz ciğeri gibi tamamen Fransız tatlan. Tatlılarda da tamamen Fransızız.

Neden Georges ismini seçtiniz?
Özel bir nedeni yok. Dayımın ismi Georges. Bana göre çok sempatik bir isim. Bundan sonra konseptimin ismi olarak hep Georges’u kullanacağım.

Size konsept yaratıcısı diyebiliriz o zaman?
Denilebilir. Yeniyi yaratmayı, tasarlamayı seviyorum. Ama kendime yeni konseptler sunan ‘girişimci’ kelimesini daha çok yakıştınyorum. Georges, sahibi Franco-Türk olan (yani ben) bir Fransız ürünü. Yakında Georges İstiklal ve Sultanahmet’teki binalara da uyarlanacak. Aynca Georges ürünleri dünyanın birçok ünlü şehrine ithal edilecek, ilk olarak Brezilya Georges markasıyla tanışacak.

Kendinizi artık daha Türk mü hissediyorsunuz?
Hayır. Hala Franco-Türk yani hem Fransız hem de Türklüğü bir arada hissediyorum, istanbul ve Paris’i ayırt edemiyorum. İkisi de bence dünyanın en güzel şehirleri. Kültür olarak ikisini bir arada sevmek, duygusallığın mantıklı hale gelmesi gibi… Benim kişiliğim de öyle. Burcum Yengeç, çok duygusalım, yükselenim ise Aslan mantıklı tarafım oradan geliyor.

İstanbul’da gece hayatınız var mı? Kızlar peşinizi bırakmıyordur diye düşünüyorum…
istanbul’a ilk geldiğimde sık sık dışarı çıkıyordum. Şimdi 2 aydır otelde yatıp kalkıyorum. O kadar çok işim var ki kafamı kaldıramıyorum. Restoranın kasası kapanana kadar misafirlerle ilgileniyorum. Kızlara da haliyle vaktim olmuyor. Hala bekarım. Ailem de. evim de, gece hayatım da Georges!